Beni Burada Arama Anne: Şüphe Üzerine İşkence ile İtirafa Zorlama (Antep.17. yy.)

Yukarıdaki görsel Firdevsi’nin Şehname’sinden bir hikayeyi resmetmektedir. Züleyha karakterli üvey annesinin ahlaksız ilgisine bigâne kalan Siyavuş, iftiralar karşısında masumluğunu kanıtlamak için ateşle imtihan olur. Atıyla beraber üzerinden geçtiği alevlerden hiç bir zarar görmeyerek suçsuzluğunu kanıtlar. Ancak Yusuf olayında olduğu gibi bu, temize çıkması için yeterli değildir ve sürgüne gitmek zorunda kalır. Firdevsi’nin anlattığı hikaye aslında konusu açısından yeni değildir. Edebi tarafını uzmanlarına bırakarak söylemek gerekirse eskiden beri bilinen bir yargılama usülünü estetize etmektedir. 

Kanıt olmadığı durumlarda suçlanan kişiye fiziksel imtihanlar uygulanması demek olan bu usul, evrenseldir ve zehirli fasülye yemekten boynunda taş bağlı halde suya batırılmaya kadar pek çok farklı yöntemi içerir. İnanışa göre suçsuzsa tıpkı Siyavuş gibi bir zarar görmeyecektir. Ancak hikayesini paylaştığım “sıradan” insanların estetize edilen bu usulden paylarına düşen sadece işkencedir. Antep’li Bayram örneğinde olduğu gibi.

Bayram, Antep’in Bey mahallesinde Annesi Yümn ile yaşayan sıradan birisidir. Mahallenin kendi hakkındaki fikri gayet olumludur. İşinde-gücünde, beş vakit namazını cemaatle ifa eden, ideal damat adayı bir genç. Herhalde kış geceleri  kahveye uğrayıp Firdevsi’nin Şehname’sinden ezbere bölümler aktaran kıssahanları dinliyordu. Siyavuş’un hikayesini de muhtemelen biliyordu. Bu hikayenin özünde var olan yargılama usülüne göndermenin, bizzat kendi başına geleceğini tahmin ettiğini sanmıyorum. 

Elimizdeki kayıtlarda Bayram hiç konuşmaz. O’nun adına isminden yola çıkarak Arap olduğunu zannettiğim annesi Yümn çaba gösterir. Olayı ilginç kılan da aslında budur. 

Olasılıkları değerlendirmeyi Meraklısına Notlar kısmına bırakıp, neyle karşı karşıya olduğumuza bakalım mı? 

Anne konuşuyor:

Kasım isimli tımarlı sipahi, “evimden 180 kuruşum çalındı. Bunu yapan senin oğlundur” deyip Bayram’ı mahkeme kararı olmaksızın Antep mütesellimi İbrahim Ağa’ya yakalattırdı. İki gündür oğluma işkence ediyorlar. Hem oğlumun hem de kendisinin mahkemeye getirilip sorunun çözülmesini istiyorum.

Söz Kadı’da:

İsmail Ağa’ya iki defa adam gönderdim. “Bayram’a işkence yapma, hasmı ile beraber getir ve davayı göreyim” dedim. Bana “işkence yapmıyorum, yarın her ikisini de mahkemeye getireceğim” dedi.

Zaman: Yarın

“…Kasım ile Bayram’ı ihzâr-ı şer eyledikde mezbûr Bayram’a siyaset eyledügin vâki…” olunca Kasım’a durum sorulur. “Kanıtım yok, ama çalınan mallarım için Bayram’dan şüphelendim. Bu sebepten Mütesellim’e yakalattım” der. 

Kendi mahallesinden başvuranların isteği ile Bayram’ın genel durumu sorgulanır. Konuşulan herkes Bayram’ın şikayet edilecek  tutumu olmadığını, kendi halinde birisi olduğunu belirtir. Belgelerin içerdiği bilgiler bu kadardır. 

Okuyucularımın büyük çoğunluğunun hayali bir Osmanlı algısı olmadığını tahmin ediyorum. O yüzden ne işkencenin 17. yüzyılda yasal ve meşru sorgu yöntemi olmasından, ne de resmi görevlililerin var olan kuralların etrafından dolaşabildiklerinden bahsedeceğim. Vurgulamak istediğim, Yümn’ün nasıl olupta biri tımarlı sipahi, diğeri mütesellim olan iki  etkili kişiye karşı dava açabildiğidir. Sadece annelik içgüdüsü ile oğlunu koruma isteği bunda yeterli midir? Çünkü söz konusu kişi bahar dönemlerinde savaşa giden ve silah taşıma ayrıcalığı olan birisidir. Oğluna işkence uygulattıran kişi ise Antep’in en güçlüsüdür. Bu kişilerin ortaklaşa eylemlerini mahkemeye taşımak, Kadı’nın konuyla ilgilenmek istemesi istisnai bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. 

Kadı Her ne kadar konuyla ilgilesen de, mahkeme kararı olmadan Bayram’ı alıp işkende eden Mütesellim’e bunun sebebini sormaz. Bize savsaklama gibi gözüken tutumu, dönemin bir gerçeğidir ve başka kentlerde de gördüğümüz bir durumdur. Burada ilginç olan nokta Kadı’nın mütesellimden “sanığı” mahkemeye getirmesini istemesidir. Merkeze ulaşan bu türden sayısız suistimal şikayeti olmasına rağmen, yerel mahkeme kayıtlarında gördüğüm ve olay devam ederken Kadı’nın çözüm için müdahil olduğunu gösteren  tek örnektir. Çoğu halde ehl-i örfün Kadı’nın yetkisini gasp ettiği durumları hep satır arasında görürüz. “beni ehl-i örfe gammazlayıp akçemi aldırdı…” gibi. 

Ender olduğunu söylediğim bu olayı daha iyi anlamamızı sağlayacak İhtimaller üzerinde biraz spekülasyon yapalım:

a- Kadı’nın müdahil olmasını sağlayan şey,  mütesellimin ile arasının iyi olmamasıdır. Ama görev yerlerinde geçici bulundukları için bunu göstermemiz neredeyse imkansız. (Mütesellimin “yerli” olma ihtimali de var. Ancak konumuz bu değil).

b- Kim olduğunu bilmediğimiz Kadı, yetki alanına girilmesinden rahatsızdır. Eğer kadıların görev yaptıkları farklı bölgelerde verdikleri kararları inceleyen bir kahraman çıkarsa; aralarında kimlerin güçlü karakterlere sahip olduğunu, kimlerin esen rüzgara göre yelken tuttuğunu öğreneceğiz. O yüzden şimdilik bu olasılık da zayıf kalıyor.

c- Yümn’ün aile-komşuluk ilişkileri çerçevesinde sahip olduğu network etkilidir. Bu son ihtimal akla en yatkını gibi duruyor. Çünkü aynı defterin sonlarındaki köle azat belgelerinden,  eski Antep Mutasarrıfı Mustafa’nın da Bey mahallesinde yaşamakta olduğunu görüyoruz. Kendisinin Yümn’ü tanımama olasılığı var. Ancak oğlunu eziyetten kurtarmak isteyen Yümn, mahallelerinde yaşayan eski mutasarrıfı muhakkak biliyordu. Kendisi değilse bile en azından arkadaşlarından bir ya da bir kaçı mutasarrıfın eşi ile görüşüyordu. Belki de mutasarrıfın ölümünden sonra hür kalacağını belgelendirdiği gözde cariyelerinden birisi ile çeşme başında laflamıştı. Ya da oğlu Bayram namaz sonrası kendisinden yaşlıca bu Mustasarrıfa gerekli hürmeti gösteriyordu. Çözülmesi gereken bürokratik zorluklarda “tanıdık” aramamız hala etkili olduğuna göre, 17. yüzyıldaki bu olayda da benzeri bir sürecin cereyan ettiğini düşünebiliriz. 

Peki Bayram’a ne oldu? Belgede belirtilmemesine rağmen  büyük olasılıkla serbest bırakılmış, “post x syndrome” terimlerinin daha icat edilmemiş olmamasının yardımı ve “işkenceyle imtihandan” başarıyla çıkmanın özgüveni ile hayatına kaldığı yerden devam etmiştir. 

Meraklısına notlar:

1- Müzik önerisi: Kazancı Bedih/Gazel-Fuzuli

Alternatif: Tomaso Giovanni Albinoni/Adagio in G Minor 

2- Görselin kaynağı:

3- Bir sorgulama yöntemi olarak işkence 17. yüzyıl dünyasının gerçeğidir. Osmanlıda uygulanan hali, dünyanın geri kalanı ile karşılaştırıldığında oldukça rafine gözükmektedir. Trial by ordeal/işkence ile yargılama konusunda özellikle Avrupa, sanıklara, sonu çoğunlukla iyi bitmeyen seçenekler sunmaktadır. Örneğin size atfedilen suçu işlemediyseniz, kızgın demirle yürüyüp elinizin yanmaması, kaynayan su dolu kaptan bir objeyi alıp haşlanmamanız beklenmektedir. Şuraya kısa bir göz atarsanız daha iyi bir fikriniz olacak. http://en.wikipedia.org/wiki/Trial_by_ordeal

4- “Siyaset”in işkence manasında da kullanıldığını ilk defa bu kayıtlarda gördüm. Çoğunlukla “örf” kullanılır. “Örfde telef-i nefs olmaktan hazer eyliyesin” gibi.  Ancak bu izin “töhmet-i sabıka”sı olanlar içindir. Buradaki örnek olayda, her zaman olduğu gibi  sınırların aşıldığını görüyoruz. 

5- Şikayetçi olan Yümn, adından yola çıkarsak Arap kökenli olmalı. Baba adı kayıtlı olmadığı için daha fazlasını bilemiyoruz. 

6- Konu ile ilgili üç adet belge var. İkisi 76. sayfada 196 ve 198 numaralar ile kayıtlı. Üçüncüsü ise 82. sayfada ve 211 numaralı belge. Olay akışı ile belge akışı arasında bir tutarsızlık var. İlk belge  annenin şikayetini gösteriyor. İkinci belgede, ilk belgede hakkında şikayet bulunan Kasım’ın, Kayabaşı mahallesi sakinleri ile bir derdininin olmadığını itiraf ettiği kayıt var. Burada Kasım özetle “evimden çalınanlarla ilgili şüphelendiğim tek kişi Bayram’dır. Mahalleli ile bir alıp veremediğim yoktur” diyor. Üçüncü kayıtta ise Bey mahallesi sakinlerinden ikisinin Bayram’ın halinin mahalleden sorulmasını istediklerini görüyoruz. Ancak belgelerin altında beklenenin aksine tarihler yazılmadığı için daha fazlasını çıkarmak şimdilik mümkün değil. Özellikle ikinci kayıt, Yümn mahkemeye başvurup Kadı olayla ilgilenmeye başladıktan sonra deftere girmiş olabilir mi? 

7- Merkezi idare açısından Antep’teki bu olay yok hükmündedir. Çünkü teftiş ya da bireysel başvuru olmadan bu türden “suistimalleri” haber almaları mümkün değildir. Bireysel başvuru pahalı olduğu için, teftişin kendisi de ayrı sorunlara yol açtığı için atananların liyakatine güvenmek zorundasınız. Hoş, olay merkeze ulaşsa da, ilgilenebilecek durumda bir padişah da yoktur. (Defterdeki belgelerden bir kısmı 1646 tarihlidir. Kimin dönemine denk geldiğini de siz bulun)

8- Hukuk’u temsil eden kadı ile padişahın diğer yetkilerinin temsil edenlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde, Halil hocanın yaptığı “iki görevli atanır…” tasnifinin henüz pek ilerisine geçemedik. Zaman içerisinde gerek kadılar gerekse diğer görevlilerin kariyerlerine odaklanan monografilerle bu alanın biraz daha anlaşılır hale geleceğini umalım. 

9- Kaynak: 

Handan Bozkurt, Gaziantep 17 Nolu Şer’iyye Sicili, Malatya: İnönü Üniversitesi, 2002.

Kullandığım kaynakta belgelerin orjinal halleri yoktu. O yüzden sadece transkripsiyonlarının kopyasını veriyorum.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: