Behzat Ç. başlangıçta benim için digital kamera ile çekilen ve yer yer Gerçek Kesit tadında bir çalışmaydı. Bu özellikleri zaman içerisinde hep aynı kalmakla beraber, bir müddet sonra içerdiği muhalif havanın da etkisiyle baştan sona takip ettiğim ender dizilerden birisi oldu. Aşağıda linkini de verdiğim sahnede Behzat ve Harun, bir cinayet soruşturması için gittikleri kahvehanede işyeri sahibinin “bilgisine başvururlar”. Senaristin çizdiği tipleme, hiç de yabancımız olmayan bir tutumla kendisine sorulan her soruya “vallahi billahi, Allah belamı versin” diye cevap vermektedir.
Aykırı bir polis komiserinin hikayesi ile gayr-i müslimlerin Osmanlı mahkemesinde Hz. İsa üzerine yemin ederek dava kazanabiliyor olmaları ilk başta çok da ilgili görünmeyebilir. Sonuçta bahsettiğimiz şey televizyon ve en önemli özelliklerinden birisi, zeka düzeyiniz ne olursa olsun hem iş yapıp hem de olay örgüsünü takip edebileceğiniz bir basitlikte olması. Bu gerçeğe rağmen andığım sahnedeki kişinin, söylediklerine inandırmak için sürekli yemin ediyor olması senarist ile izleyici arasındaki ortak kodlardan kaynaklanmaktadır. Böylesi bir tutuma sahip birisi o kadar da dürüst değildir. Bunu herkes bilir, öyle değil mi? Üzerinde düşünmeye ihtiyaç duymadığımız ve ateşin çıplak elle dokunduğunuzda yakacağı kadar yalın olan bu bilgi, yaşadığımız toprakların eski sakinleri için de aynı derecede içseldir.
Günümüze kadar ulaşan en eski belgelerden Asur ve Babil kayıtlarına göre yemin, toplumsal düzenin korunması ve işlemesinde ayrılmaz bir yere sahiptir. Aradan geçen binlerce yıldan sonra hükümranlık Osmanlılara geçtiğinde artık zaman semavi dinlerindir. Birbirini takip eden bu inanç sistemlerinin öncüllerinden farkı, tek tanrılı olmalarıdır. Her biri kendisinden önce vahyedilenin bozulduğunu, tek doğrunun kendisinin tekelinde olduğunu söylemektedir. Böylesi bir iklimde Osmanlılar gibi birden çok semavi dinli ve dilli bir imparatorlukta, kutsal sayılan değerler üzerine yemin etmenin yargı sisteminde hakkaniyetli bir yeri olabilir mi? En azından 17. yüzyıl mahkeme kayıtlarına yansıyan belgelerden anladığımız kadarıyla bu soruyu evet diye yanıtlamamız gerekiyor.
Örnek olayın öneminin tam olarak kavranabilmesi için tarafları tanımanız gerekiyor. Davacı Bagos, Bursanın artık örneği kalmamış evlerini inşa eden marangozlardandır. Anlaşmayı kendi yaptığına göre yanında yetiştirdiği çırağı ve kalfası olduğundan emin olabiliriz. Muhtemelen o da, ustasından gördüğü biçimde evler inşa ediyor ve sürekli beraber çalıştığı kişilere ek olarak yanında gündelikçi de çalıştırıyordu. Olayın geçtiği 17. Yüzyıla ait bilgilerimiz Türkçeden başka bir dil bilmemesi olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor. Aslında Bagos’un, ilk üç hikayede bahsettiğim Bursalılardan adı dışında herhangi bir farkı yoktu. Aradan geçen yüzyıllardan sonra birazdan inceleyeceğimiz belge dışında ne mezar taşı ne de arkasından adını hatırlayıp dua edeni kaldı.
Portresini çizdiğim Bagos’un dava ettiği kişi bir Kadı’dır. Eğer kendisi yolda yürürken omzuna çarpan kişiye “benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sorsaydı, şu özelliklerinin sayılmasını bekleyecekti:
1- Padişahın temsilcisi ve doğrudan iletişime geçebilen,
2- Hakim, savcı, noter, belediye başkanı, vali, ordunun lojistiğinden sorumlu …
3- Verdiği kararla bir kaç saat içinde insanları idama götürebilen biri
Nerede kadılık yaptığını bilmediğimiz Muharrem Efendi, emeklilik günlerini geçirmek için Veli Şemseddin mahallesinde sıfırdan bir ev yaptırmaya karar verir. Hem halen görevde olduğu için hem de kadılar bu tür işlerini genellikle vekilleri aracılığı ile yaptırdıklarından dolayı inşaat işini anahtar teslimi Bagos’a verir. Evin temelden yükselip tamamlanmasında bir sorun yoktur. Ancak ödemeler aksar. Bunun üzerine Bagos, geri kalan alacağının tahsili için evi teslim etmeden mahkemeye başvurur. Vekili aracılığı ile kendini temsil ettiren Kadı borcu kalmadığını söylemektedir. Ancak ödendiği iddia edilen paranın kanıtı ya da şahiti yoktur. Bunun üzerine davaya bakan Kadı Marangoz Bagos’a, alacaklı olduğunu savladığı miktarı tahsil etmediğine dair yemin etmesini teklif eder. İncil ve Hz. İsa adına edilen yemin sonucunda, davalı Kadı’nın söz konusu tutarı ödemesine hükmedilir.
İtiraf edin, sizinde aklınıza “yalan yere yemin edip davayı kazanırlar” yargısı gelmedi mi? Oysa örnekleri aldığım 17. yüzyıl Bursası, suçlandığı konuda kanıt olmadığı halde yemin etme yerine, cezaya razı olan güzel ve dürüst insanların yaşadığı yerdir: Bundan yaklaşık 400 sene evvel, okuduğunuz yazıyı hazırladığım üniversitenin Görükle kampüsü, adını aldığı ve çoğunlukla Hıristiyanların yaşadığı minicik bir köydü. Pulinus ise bu köyde yaşamaktaydı ve anlattığına göre, tapulu tarlasında çift sürerken Kayapalı Ali’nin saldırısı sonucunda yanağından yaralanmıştı. Olay tarlada gerçekleştiği için şahit bulmak mümkün değildi. Ancak başlangıçta suçlamayı kabul etmeye çok da yanaşmayan Ali, sıra Pulinus’a saldırıp yaralamadığı konusunda yemin etmeye gelince bundan kaçınıp cezaya razı olmuştu. Bu ve benzeri pek çok örnek, gerek Müslümanların, gerekse diğer dinlerin müminlerinin yalan yere yemin etmekten kaçındıklarını açıkça göstermektedir.
Sizce de güzel insanlar zamanı değil mi?
Meraklısına Notlar:
1- Yazıyı şu parça eşliğinde okumanızı öneririm:
Ara Topouzian Ensemble
2- Allah belamı versin amirim!
https://tr-tr.facebook.com/video/video.php?v=1775590714686
3- “Güzel insanlar zamanı”ndan yola çıkarak dert üstü, murad üstü bir dönem hayal etmeyin. Üçüncü hikayede yer alan Vidinli Fatma’ya tekrar göz gezdirin.
4- Hardcore tarih meraklılarına:
Mahrûsa-i Bursa’da Neccâr tâ’ifesinden işbu hâmilü’l-kitâb Bagos veled-i Bâlî nâm zımmî mahfil-i kazâda umdetü kuzâti’l-islâm Muharrem Efendi bin (~) nâm kimesnenin rebîbi ve tarafından nehc-i şer‘î üzre sâbitü’l-vekâle vekîli olan Mehmed Çelebi bin Mehmed Efendi nâm şâb-ı emred muvâcehesinde üzerine da‘vâ ve takrîr-i kelâm idüp müvekkil-i mûmâ ileyh Muharrem Efendi’nin Medîne-i merkû- mede Velî Şemseddîn Mahallesi’nde vâki‘ menziline yüz yetmiş esedî gurûş ücret ile müceddeden binâ itmek üzre vekîl-i mezbûr Mehmed Çelebi ile mu- kâvele itdüğimiz ücret-i merkûmeden ancak yüz yedi kıt‘â esedî gurûş ile kerâste iştirâ itmeğiçün yüz kıt‘â esedî gurûş min haysü’l-mecmû‘ iki yüz yetmiş gurûşun iki yüz yedi kıt‘â esedî gurûşunı bana def‘ ve teslîm ben dahi yedinden meblâğ-ı mezkûr iki yüz yedi gurûşa ba‘de’l-ahz ve’l-kabz mersûm Mehmed Çelebi zimmetinde ücret-i merkûmeden altmış üç kıt‘â esedî gurûş hakkım bâkî kalmağla meblâğ-ı bâkî altmış üç esedî gurûş mezbûr Mehmed Çelebi’den alıverilmesi matlûbumdır su’âl olunsun didükde gıbbe’s-su’âl vekîl-i mezbûr Mehmed Çelebi cevâ- bında mesfûr Bagos zımmî ile menzil-i merkûmı müceddeden binâ içün teslîm eyledüğim meblâğ-ı mezbûr yüz yetmiş gurûş ücret ile kerâste iştirasıçün virdüğim meblâğ-ı mezkûr yüz gurûş ki min hay- sü’l-mecmû‘ iki yüz yetmiş gurûşa mesfûr Bagos’a bi’t-tamâm edâ ve teslîm eyledüm deyü def‘le mu- kâbele idicek gıbbe’l-istintâk ve’l-inkâr vekîl-i mez- bûr Mehmed Çelebi’den def‘-i merkûmunı beyyine mübeyyine taleb olundukda ityân-ı beyyineden iz- hâr-ı acz idüp istihlâf itmeğin fi’l-hakîka vekîl-i mezbûr Mehmed Çelebi yedinden ahz u kabzını i‘tirâf eyledüği iki yüz yedi gurûşdan ziyâde altmış üç kıt‘â esedî gurûşı ahz u kabz itmedüğine mesfûr Bagos’a yemîn teklîf olundukda ol dahi ‘alâ vef- ki’l-mes’ûl yemîn bi’llâhi’llezî enzele’l-İncîl ‘alâ Îsâ aleyhi’s-selâm mûcebince meblâğ-ı bâkî altmış üç gurûşa mesfûr Bagos’a edâ ve teslîme vekîl-i merkûm Mehmed Çelebi’ye tenbîh birle mâ-vaka‘a bi’t-taleb ketb olundı fi’l-yevmi’s-sâmin aşer min Zilka‘de- ti’ş-Şerîfe li-sene ihdâ ve semânîn ve elf. Kaynak: . Nurcan Abacı, The Ottoman Judges and Their Registers, The Bursa Court Register B-90/295 (Dated AH 1081/AD 1670-71, Introduction and Text (Entries 1-600), Harvard University, The Department of Near Eastern Languages and Civilizations, Cambridge, 2007, s. 234-235.
5- İlk örnekte bir Hristiyanın yemin etmesi, ikincisinde ise bir Müslümanın yeminden kaçınıp suçu kabul etmesi söz konusudur. Mahkeme kayıtlarında Hristiyan-Yahudi, Yahudi-Müslüman ve hepsi-uşak şeklinde özetlenebilecek yemin etme-etmeme ile çözülmüş sayısız kayıt vardır.
6- Kaynak: Yazının temeli 2012 yılında Girit’te düzenlenen bir toplantıda sunduğum, “Hz.İsa Kadı Mahkemesinde: Bir Kanıt Olarak Müslüman ve Hıristiyanların Yemin Etme Süreçleri” başlıklı bildiriye dayanıyor. “Hikayelerimiz ve Adaletin Mümkünlüğü: Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne Adalet Hikayeleri” adını taşıyan panelde, Gökhan Yavuz Demir, Zeynep Dörtok Abacı ve Ertuğrul Uzun’un da bildirileri vardı. Ayrıntılar için Google’a başvurun. İkinci örnek için kaynak: Züleyha Yördem Sönmezışık, Bursa A-119 Numaralı Şer’iyye Sicili Tahlil ve Transkripsiyonu, İstanbul Üniversitesi Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2001, s. 402.